İlişkilerde Bağlanma Stilleri

Hamile fillerin çocuklarını 2 sene boyunca karnında taşıdığını ve küçük fillerin doğduktan biraz sonra sürüye uyum sağlayıp etrafta dolanmaya başladıklarını biliyor muydunuz? Hayvanların aksine insan bebekler bakıma muhtaç doğar, bakım almayan bebeklerin hayatta kalması neredeyse imkansızdır. Hayatta kalabilmek ve bu bakımı alabilmek için ağlarlar, gülerler, uzanır veya geri çekilirler. Bunların her biri hayatta kalmak için davranış repertuarımızda bulunur fakat yalnızca fiziksel ihtiyaçlar için değil bağlanma için de kullanılır. Bebeğin arzu ettiği yakınlığı kurması ve bu yakınlığın sürmesi için yaptığı her davranış bağlanma davranışı olarak adlandırılabilir. Dolayısıyla bebeklerin yalnızca fiziksel ihtiyaçlarının karşılanması bebeğin sağlıklı bir şekilde büyümesi için yeterli değildir. Sevgi, şefkat ve yakınlık ihtiyacı bebeğin yaşamı için elzemdir. Bunun için bir araştırmadan bahsetmek istiyorum.

1944 yılında dil gelişimini araştırmak amacıyla düzenlenen bir araştırma bilim dünyasını sarsacak bir gelişmeyle sonuçlandı. 40 yenidoğan bebekle ve yenidoğan hemşireleriyle düzenlenen bu araştırmada çocukların yarısı hiç sevgi görmedi. Yenidoğan hemşirelere bebeklerin yalnızca fiziksel ihtiyaçlarını karşılamaları ama asla göz göze gelmemeleri ve temas kurmamaları söylendi. Çok geçmeden ne yazık ki bebeklerin çoğu öldü.

Ölmeden önce bebeklerin davranışlarına bakıldığında, bakımveren hemşirelerin ilgisini çekebilmek için bütün bağlanma davranışlarını denemişlerdi. Ağlamışlar, gülmüşler, kollarını uzatmışlar, hırçınlaşmışlardı. Tüm bunlara rağmen gerekli şefkati göremeyen bebekler, artık hiçbir bağlanma davranışına yeltenmemeye başlamış ve bu noktadan sonra ölmüşlerdi. Deney apar topar durduruldu ve henüz ölmemiş bebekler onlara bakım verecek ailelere verildi. Bebeklerle bağ kurmayı deneyen aileler, gösterdikleri şefkate ve temasa bebeklerin hiçbir yanıt vermediğini bildirdi. Ardından ne yazık ki o bebekler de öldü.

Deney korkunç ve oldukça acı bir kayıpla sonlanmış olsa da bilim dünyası yeni bir gerçekle karşılaşmıştı. O zamana kadar katı çocuk disiplinini öğütleyen ve çocukların fazla sevilirse şımaracağını öngören bilim insanları gördü ki bağlanma hayati önem taşımaktaydı, öyle ki bağlanmayan bebekler ölüyordu.

Doğar doğmaz ilk ilişki kurduğumuz ve bakımına ihtiyaç duyduğumuz kişi bakımverenimiz oluyor, yani genellikle annemiz. Annemizle kurduğumuz ilişki, annemizin ihtiyaçlarımıza ne kadar duyarlı olduğu ve bu ihtiyaçlara ne kadar hızlı karşılık verdiğine bağlı. Bu da bağlanma biçimimizi belirliyor. Yaşamımızın erken dönemlerinde belirlenen bağlanma biçimimiz de kişiliğimizin, dünyaya yönelik/kendimize yönelik algılarımızın ve ilişkilerimizin bir belirleyicisi. 4 adet bağlanma biçiminden bahsedebiliriz:

1.    Güvenli Bağlanma

2.    Kaçıngan Bağlanma

3.    Kaygılı/İkircikli Bağlanma

4.    Dağınık Bağlanma

Eğer annelerimizden yeterli ve duyarlı bir bakım alabilmişsek kendimize ve dünyaya yönelik algımız daha güvenli oluyor. Dünyayı, çevremizdeki insanları güvenilir algılıyoruz. Bunu belirleyen şey, kendimizi annemizin gözünden nasıl algıladığımız. Güvenli bağlanan kişiler kendilerini sevilebilir, kabul edilebilir, olumlu algılamakta. Güvenli bağlanan kişilerin kendilerine dair algısı olumlu, gerçekçi ve süreklidir. Belli olaylar ve durumlar karşısında kaybolmaz. Bununla birlikte güvenli bağlanan kişiler, potansiyellerini gerçekleştirebilmek adına annelerinden görerek içselleştirdikleri ‘‘güvenli üs’’e sırtlarını dayıyorlar. Güvenli üs kavramını çocuğun dünyayı keşfederken annesinin hemen arkasında ve ulaşılabilir olduğunu bilmesi olarak tanımlayabiliriz. Güvenli bağlanan çocuklar, çocukluğun belirgin özelliklerinden olan dünyayı keşfetme, merak etme ve deneme-yanılma yoluyla bilgi edinme davranışları için hevesli ve desteklenir durumdadır. Çocuklukta ebeveynlerinin desteğini arkalarında hissetmiş ve cesaretlendirilmiş güvenli bağlanan kişilerin yetişkinlikte de yeni şeyler denemeye, keşfetmeye daha hevesli olduğunu söyleyebiliriz. Bunun yanında sıcak ve şefkatli ilişkiler kurabilmekte zorlanmazlar.

Bir de kaygılı bağlanmadan bahsedelim. Hiç içinde olduğunuz ilişkide partnerinizi kaybetmeye yönelik derin korkularla boğuştuğunuz oldu mu? Bu süreçte partneriniz tarafından hızlı bir şekilde yatıştırılmaya, sizi sevdiğini gerekirse defalarca teyit ederek güvende hissettirilmeye ihtiyaç duyduğunuz zamanlar aklınıza geliyor mu? Reddedilmekten ve terk edilmekten korktuğunuzu hatta bazı zamanlar sevilebilir olduğunuza dair bile şüpheye düştüğünüzü fark ediyor musunuz? Öyleyse muhtemelen kaygılı bir bağlanmaya sahipsiniz. Kaygılı bağlanan kişilerin çocukluğuna baktığımızda, annenin tutarsız davranışlarını görüyoruz. Çocuklar, kendilerini ve dünyayı tanımlarken annenin gözüne bakar ve onun gözünde gördüğünü içselleştirir. Kaygılı bağlanan çocuklar, kendilerini annenin gözünden net ve tutarlı göremediği için kendilerini tanımlamakta zorlanırlar. Terapiye giden bir kaygılı bağlanan kişi, terapisti kendisini tanımlamasını istediğinde başkalarının gözünden çeşitli sıfatlar sıralar fakat kendisine yönelik net bir bilgi vermekte zorlanır. Kaygılı bağlanan kişiler için kurduğu yakın ilişkiler, kaçınan bağlanan kişilere göre çok daha önemlidir çünkü kaygılı bağlananlar ilişki için çaba harcamaya, üzerine düşünmeye ve kendilerini ilişkileriyle tanımlamaya daha meyillidir. Kaygılı bağlanan kişiler, annenin istikrarlı varlığına maruz kalamadıkları için partnerleri ile ilişkileri sürerken ve bir sorun yokken bile varlıklarını tasdik etmeye, sevildiklerini tekrar tekrar duymaya, terk edilmediklerini görmeye ihtiyaç duyarlar. Kaygılı bağlanan çocuğun annesine baktığımızda, temel motivasyonunun çocuğun fiziksel olarak yanında olmasına yönelik olduğunu görürüz. Bu anneler duygusal tepkileri ve mesajları, sözlü ve sözsüz ipuçlarını almakta ve bunlara geri dönüt vermekte sıkıntı yaşar. Kaygılı bağlanmış çocuk anneye nasıl yaklaşacağının ve bağ kuracağının derdine düşer, onu nelerin mutlu edebileceğine odaklanır. Bu çocuklar yetişkin olduklarında partnerlerine yakınlıklarını koruyabilmek adına onların ihtiyaçlarına karşı aşırı duyarlılık geliştirebilir. ‘‘People pleasing’’ veya memnun edicilik kavramını belki duymuşsunuzdur, tam da kaygılı bağlanan kişileri tanımlar bu kavram. Kaygılı bağlananlar, kendilerine karşı olumsuz dışarıya karşı olumlu bir algıya sahiptir. Bu sebeple kendilerine değer vermekte güçlük çekerler. Çocukluklarında elzem olan ‘‘keşif’’ ve ‘‘bağlanma’’ ihtiyaçlarından bağlanmaya saplanıp kalmışlardır.

Bir sonraki bağlanma stili ise kaçınan bağlanma. İlişkilerde tartışmaların sizi oldukça yıprattığını, yakın ilişki kurmaktan geri durduğunuzu, kendinizi açmak konusunda zorlandığınızı fark ediyorsanız kaçınan bağlanma türüne sahip olabilirsiniz. Kaçınan bağlanan kişilerin dünyaya, çevreye karşı algısı olumsuzdur. Çevresindeki insanları tehlikeli algılamaya meyillidir, onları güvenilir görmekte zorlanır. Hep kötü şeylerin başına geldiğine veya geleceğine dair bir inancı vardır. Kaçınan bağlanan kişiler ayrılıklara kaygılı bağlanan kişiler kadar tepki vermeyebilir hatta kayıtsız kalabilir. Kaçınan bağlanmış kişi, başkaları ile yakın ilişkiler kurmak yerine kendi ile ilişki kurmaya yönelmiştir. Başkalarıyla yakın ilişki kurmak o kişilere ‘‘bağımlı kalacağına’’ yönelik bir korku yaratır ve kurduğu ilişkilerde mesafeyi devamlı korur. Cinsiyete bağlı bir bağlanma türü olmasa da gözünüzde canlanması adına, televizyon dizi ve filmlerine konu olmuş ‘‘bağlanmaktan korkan erkek figürü’’ örnek olarak verilebilir. Bu kişiler, bağ kurmanın gereksiz olduğuna dair bir inançları olduğunu öne sürseler de bağ kurmak onlar için korkutucudur. Başkalarına incinebilir olduğunu göstermekten kaçarlar. Yakın ilişkiler kurmayı denemek yerine bağ kurmayı ve bağ kurmaya duyulan ihtiyacı reddederler. Kaygılı bağlananların aksine kaçınan bağlananlar, çocukluklarındaki ‘‘keşif’’ ihtiyacına saplanmışlardır. Kaçınan bağlanan bebeklerin annelerinin katı ve zorlantılı oldukları, işlerinin çocuklarca bölünmesini istemedikleri görülmüştür. Bu anneler, çocuğun ihtiyaçları karşısında kendilerini engellenmiş hisseder ve bu sebeple duygusal olarak istikrarlı biçimde ulaşılmazlardır. Bu durumda bebek, bağlanma ihtiyacını bastırır ve bu ihtiyacı giderebilmek için anneye pek az sinyal göndermeye başlar. Duygusal ihtiyacıyla ve zor duygularıyla tek başına kalmayı öğrenir. Bağ kurmamak ve bağ kurma ihtiyacını reddetmek onları diğerleri tarafından reddedilmekten korur.

Son olarak dağınık bağlanmadan söz edelim. Dağınık bağlanan çocukların annelerinin de kendi ihtiyaçlarına karşı yeterli duyarlılığı gösteremediğini, çoğunlukla kendilerinin de depresyonda olduğunu ve çocuğun ihtiyaçlarını görmekte/karşılamakta yetersiz kaldığını görüyoruz. Dağınık bağlanan çocuklar kendilerini ifade etmede yetersizdir. Yüz ifadeleri genellikle ikircikli olur, örneğin hem gülümser hem de sıkıntılı bir ifade içindedir. Anne çocuğun yüzünde belirgin olan bu sıkıntıyı göremez veya sıkıntıyla baş edemeyeceğini düşündüğünden görmezden gelir. Çocuğun gülümsemesine odaklanır, sıkıntıyı göz ardı etmeye meyillidir. Çoğu zaman bebeğin duygularını kendi duygularından ayırt etmekte zorlanır. Çocuk için anne, kendi duygularını anlayabilecek ve destekleyebilecek bir yerde olmadığından çocuk hem anneden uzaklaşıp kendini korumaya çalışır hem de ihtiyacı olan yakınlığı sağlayabilmek adına yakınlaşma çabası gösterir. Yetişkin dağınık bağlananlar kendilerine yönelik ‘‘sevilebilir miyim, sevilmeye değer biri miyim’’ kaygısıyla dışarıya yönelir ve genellikle ‘‘reddedici’’ partnerlerle birlikte olur. Bu döngü bu şekilde devam eder. Dağınık bağlanan kişilerin hem dışarıya karşı hem de kendilerine karşı algısı olumsuzdur. Onlar için insanlar hep reddedicidir, tehlikelidir aynı zamanda kendileri de sevilebilir biri değillerdir.

Çocukluğumuzda annemizle kurduğumuz bağlanma biçimimiz genellikle yetişkinlikte partnerimizle kurduğumuz ilişkilerde devam etmektedir. Bu sebeple terapilerde ilişkiler değerlendirilirken bağ kurduğumuz ilk kişiye, annemizle olan ilişkimize gidilir. Siz de kendi bağlanma türünüzü bulmaya çalışıyorsanız kurduğunuz ilişkilere, bu ilişkilerdeki örüntülere ve en nihayetinde annenizle olan etkileşimlerinize bakabilirsiniz.


Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır, tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Başa dön tuşu