Merhabalar, bu yazımda romantik ilişkiler üzerine bir takım önemli gördüğüm bilgileri paylaşmak istiyorum. Bu yazıyı hem psikoloji lisans, aile danışmanlığı yüksek lisans ve ayrı çift terapisi eğitimlerinde edindiğim bilgilerden damıtarak hem de neredeyse 10 senedir gerek profesyonel kimliğimle gerekse yakın ilişkilere sahip olduğum tüm çiftler ile yaptığım ilişkilerine dair konuşmalardan edindiğim bilgiler ışığında yazıyorum. Ek olarak yine birçok bekâr ve sevgilisi bulunmayan insanlarla eski ilişkilerinin dinamikleri üzerine yaptığım konuşmalardan elde ettiğim çıkarımları da bu yazıya ekledim. Akademik bir dil kullanmayacağım çünkü olabildiğince iyi anlaşılmasını hedefliyorum. Zira oldukça hayatın içinden bir konudan bahsedeceğim.
Bu yazıyı yazmaya karar vermeden önce gerek meslektaşlarım ve gerekse arkadaş çevremle romantik ilişkiler üzerine sohbetlerde bulunurken genelde insanların temel bir konuda sıkıntı yaşadığını gözlemliyordum. O da duygularımızın aslında ne denli güçlü olduklarının ve hayatımız üzerinde baskın bir tahakküme sahip olduklarının insanlar tarafından tam olarak fark edilmiyor oluşuydu. Ek olarak, farkında olunsa bile bu konuda bir şey yapılmaya çalışılmaması konusu da ayrı bir sorun teşkil etmekteydi. Hepimiz hayatlarımızda duyguların asla şakaya gelmeyeceğini ve insanın muhakemesini perdeleyen oldukça kudretli güçler olduğunu fark etmemizi sağlayacak temel sarsıcı olaylar yaşamışızdır. Örneğin, sevgimizden ötürü bize zarar veren bir ilişkiden kopamamış, öfkemizden ötürü sevdiklerimize zarar vermiş, intikam duygusuyla belki de yıllarca içimizi çürütmüşüzdür. Bizler ya bu davranışlarımızın ardında yatan duygularımızın gerçekten farkında değiliz ya da “duygusal” davranmanın panzehrinin olmadığına inanıyoruz. Burada ilk yapılması gereken bir farkındalık edinmektir. “Şu hayatta başıma gelen kötü şeyler neden başıma geldi?” diye dönüp kendinize sorduğunuzda eğer duygularınızın aklınızı her seferinde gölgelemesiyle karşılaşıyorsanız, bu, davranışlarımızın ardında yatan duyguların gerçekten farkında olunması adına güzel bir adım olur. Bu arada “duygusal davranmak” belki farklı tanımlara sahiptir ancak ben burada, hayatımızı yönlendirirken ve hayatımızın seyrini etkileyen önemli
1
bağlamlarda daha çok duygularımızın arzu ettiği şekilde davranmak şeklinde kullanıyorum.
Gelelim panzehrinin olmadığına inanmamıza. Öncelikle bu doğru değil. Bir terapist olarak benimsediğim ve günümüzdeki etkinliği kanıtlanmış popüler psikoterapi yaklaşımlarından olan Bilişsel Davranışçı Kurama göre, biz olaylara ve durumlara değil, bu olaylar ve durumlar hakkındaki düşünce ve algılarımıza tepkiler veririz. Yani öfkeliyseniz olaydan dolayı değil, o olayın sizin için anlamından dolayı öfkelisiniz. Eğer o anlamı değiştirirseniz artık öfke duymazsınız. Örneğin sevgiliniz size “günaydın mesajı” atmıyorsa ve siz bu olayı, “bana değer vermiyor” şeklinde yorumlarsanız muhtemelen üzülürsünüz (duygulanım). Öteki taraftan “işi var ya da müsait değil herhalde” şeklinde yorumluyor olsaydınız muhtemelen nötr hissedecektiniz. Özetle, duygularınızı düzenlemek için düşünceleri düzenlemek ve kuvvetlendirmek oldukça efektif olacaktır. Dolayısıyla burada ivedilikle yapılması gereken, ilişkide işlevselliğinizi düşürdüğüne ve size zarar verdiğine inandığınız duygularınızı düzenlemek için düşüncelerinizi nasıl düzenlersiniz bunu öğrenmeye çalışmak ve kendinizi bu konuda eğitip düşüncelerinizi kuvvetlendirmektir. Bu duygular; öfke, saldırganlık, acımasızlık, intikam arzusu, yüksek ego ve kin gibi görece yıkıcı duygular da olabilir, sevgi ve adanmışlık gibi güzel kokulu duygular da olabilir.
Romantik ilişkileri incelemeye başladığımda henüz daha lise öğrencisiydim ve romantik ilişkilere dair kendimce formülasyonlar geliştirmeye başlamıştım. Bu konularla o zamanlar nedenini bilmezken bile yakinen ilgiliydim. En yakın arkadaşımın platonik ancak oldukça enteresan bir ilişkisi lise yıllarımın ilk 3 yılında doğrudan her gün maruz kaldığım bir deneyimdi ve sağlıksız bir ilişki nedir soruma çok faydalı yanıtlar sağlıyordu. Psikolog olmaya karar vermemde de aslında en yakın arkadaşımın ve diğer arkadaşlarımın sorunlarını dinlemekten ve yardımcı olmaktan aldığım doyum önemli rol oynamıştı. Yalnızca bireysel sorunlara değil, dediğim gibi romantik ilişkilerindeki sorunlara dair de hep ilgiliydim ve o dönemdeki bilgisiz sıradan çocuk aklımla yorumlar getirmeye meraklıydım. Romantik ilişkilerin esasen benim için her zaman çok değerli olmasındaki sebep, sanırım birbirini sevebilecek iki insanın birbirlerine bir şekilde denk gelmesi ve bu denk gelişi bir ilişkiye çevirebilmelerinin ve bunu yaşamalarının büyülü olmasını düşünmemdi. Sonuçta herkes herkesle bir ilişki yaşamıyor. Bazı şartların iki taraf içinde aynı anda karşılanması gerekiyor. Bunun olasılığı bana hep ilginç gelmiştir. İlişki terapisti olma sebebim de aslında bu görüşümden doğuyor. İnsanların bana büyülü gelen bu deneyimi potansiyelin çok altında ve birbirlerine zarar vererek yaşamalarını kendimce kabullenemiyordum. Kendi içimde insanların bu deneyimi daha sağlıklı yaşamaları adına bir şeyler yapmalıyım güdüsü ortaya çıkmıştı. Aslında bu yazıyı yazma hikayemin birden çok sebebi var, ana sebebi biraz da açıkladım ancak kısaca şu şekilde özetlemek istiyorum.
İlişkideki insanlar kaç yaşında olursa olsun, ister lise çağı ister yaşlılık dönemi, bir ilişkiyi dışardan tarafsızca incelediğinizde sorduğunuz sorulara gelen cevapları taraf tutmadan dinlediğinizde her şey çok açık bir şekilde size görünür. Bir çiftin tartışmasını gözlemlediğinizde tüm iletişim hataları, tüm içerik hataları ve tüm ego savaşı gün yüzü gibi önünüzdedir. Ancak o tartışan iki kişinin kafasında çoğunlukla kendi gerçekleri ve galip gelme arzusu vardır. Yine yaştan bağımsız söylüyorum irdelediğim bazı çiftlerde karşısında gözü gibi sevdiği bir insan mı yoksa yok etmeye yemin ettiği bir insan mı var anlayamayacağınız söylemlere rastladım. Bu tartışmalar iki baş düşmanın tartışmaları değil, sözde partnerini seven ve kılına zarar gelsin istemeyen iki insanın tartışmalarıydı. Yıllar boyu konuştuğum insanların ilişkilerinin önemsiz bitiş sebeplerini ve bu sebepler dolayısıyla birbirlerinin ruh sağlığında bıraktığı yaraları gördükçe gerçekten üzülüyordum. Çevremde yaşanan ilişkileri dinledikçe ve yaşanılan hayatları gördükçe “heba edilen bir ilişki daha” kaç defa dedim inanın sayamaz hale geldim. Özellikle sağlıksız ilişki dinamikleri olan çocuklu ailelerde, o günahsız çocuklar üzerinde bırakılan örseleyici deneyimleri gördükçe artık bu durum beni biraz kızdırmaya başlamıştı açıkçası. Kendi içimde; öğrendiğim, sağlıklı ve dinlendirici bir ilişkiye hizmet ettiğini düşündüğüm esas bilgileri paylaşmam gerekiyor diye düşündüm.
RASYONELLİK & DUYGUSALLIK
Öncelikle rasyonel sözcüğü “Akla uygun, aklın kurallarına dayanan; ölçülü, ussal, hesaplı” şeklinde Türk Dil Kurumu’nca tanımlanmıştır. Ben de bu yazı boyunca bu şekilde kullanıyor olacağım. Kişi, kendi aklına uygun bir biçimde ilişkilere dair görüşler geliştirir. Bunu duygulardan arınıkken yapar. Kişiler ilişkilere girmeden önce ilişkiler hakkında ön fikirlere sahiptir. Bu kısımlarda da baskın bir duygu halinde değildir. Peki o halde “Romantik ilişkiler, rasyonel temellendirmeler ile temellenen ve bu temeller üzerinde genellikle duyguların baskın olarak hüküm sürdüğü ilişkilerdir” desem ne düşünürsünüz? Gelin bir bakalım.
Herkesin ilişkilere dair görüşleri vardır ve bu görüşler de esasında rasyonel niteliktedir. Daha bir ilişki yaşamazken kafamızda ilişkilere dair doğru ve yanlışlar halihazırda vardır demiştim. Örneğin sevgiliye fiziksel şiddet uygulanmaz. İlişkide eşler arasında gizli saklı olmaz. İlişkide önemli konularda yalan olmaz dürüstlük kaidedir. İlişkide hakaret ve aşağılama olmaz vb. Yani demek istediğim romantik ilişkiler kuralların olmadığı amiyane tabirle kafaya göre yaşanan gerçeklikler değildir ve olmamalıdır. Çünkü rasyonel kurallar olmaz ise özünüzü kaybeder ve yitersiniz. Bu aslında dünyanın işleyişidir. Hepimizin şemaları, temelden inandığı inançları ve kuralları vardır. Romantik ilişkiler de dünyevidir ve bunlardan bağımsız olamaz. Durup düşündüğünüzde muhtemelen siz de romantik ilişkilere dair kural ve görüşleriniz olduğunu fark edeceksiniz. Benim kurallarım veya beklentilerim yoktur diyen birisi varsa ya yalan söylüyordur ya da oturup 10 saniye düşünmemiştir bile. Bu çok net. Şu ana kadar halihazırda bilinen ama belki de üzerinde durulmayan ve farkında olunmayan bir konudan bahsetmiş oldum. Yukarıda yaptığım tanımlamanın ilk aşaması olan rasyonel temellere dayanır kısmını da konuşmuş olduk. Şimdi en kritik yer olan duyguların hüküm sürdüğü gerçeğine geçelim.
Duyguların şakaya gelmeyen şeyler olduğunu söylemiştim. Burada kastettiğim, birçoğumuzun hayatında ilişkideki duyguların genellikle rasyonelliğe karşı orantısız bir güce sahip olmasıdır. Hayatımda, iradesinin elmas dayanıklılığına sahip olduğunu iddia eden birçok kişinin özellikle aşk ve sevgi karşısında nasıl tuzla buz olduğunu gördüm. Eminim siz de tanık olmuşsunuzdur. Asla birisi için ağlamam, asla birisinin peşinden koşmam diyen kişilerin, bırakın peşinden koşmayı ve ağlamayı mahvolup yitip gittiğini görmüşsünüzdür. Tüm malını ve mülkünü onu sevmeyen ama kendisinin sevdiği kadın için harcayan erkeklere filmlerde ve romanlarda tanık olmuşsunuzdur. Sevdiği bir kişi tarafından reddedilen ya da terk edilen bir kişinin aşk acısından günlerce yemek yiyemediğine, uykularının bölündüğüne, yüzünün düştüğüne, göğsünün daraldığına ve gözlerindeki ferin söndüğüne de tanık olmuşsunuzdur. Hatta belki de bu saydığım örneklerden biri sizsinizdir, kim bilir? Bu güç dengesizliğinin nöropsikolojik açıklamaları tabii ki de var ancak bu yazı için gerekli değil. Şu aşamada sadece şakaya gelmeyeceklerinin bilinmesi yeterli. Ancak yine de duygularımızı düzenleme noktasında elimizdeki en güçlü silahın rasyonel farkındalığımız olduğu da bir gerçektir.
Şimdi, hepimiz duyguların bu denli güçlü olduğunun farkındayız bunda bir problem yok. Ancak insanlık tarihinden öğrenmemiz gereken bir şey varsa o da şudur ve hatta bu konu çoğu kez filmlere ve yazılı materyallere de konu olmuştur. Bir yerde orantısız bir güç varsa ve ortalamadan oldukça sapan bir kudretteyse bu şeyler başıboş bırakılmamıştır. Bu bir devlet ise diğer devletler karşısında birleşmiş ve o devleti alaşağı etmeye çalışmıştır. Bu bir silah ise örneğin atom bombası, karşına hemen ya benzer güçte ya da daha fazlası konulmaya çalışılmıştır. Tüm film ve romanlarda eğer çok güçlü bir başkahraman varsa karşısına hep ona neredeyse denk bir rakip çıkarılmıştır. Dolayısıyla muhakememizi bu denli etkileyen ve duyguların etkisinde olmadığımız zamanlarda ilişkideki mutluluğumuza hizmet etsin diye koyduğumuz ilişki kurallarımızı bir çırpa hiçe saymamızı, kendi kurallarımıza zıt ve hatalı davranışları yapmaya kendimizi ikna etmemizi ve bunları meşrulaştırmamızı sağlayan bu hükümdarı başıboş bırakmak pek de akıllıca olmayacaktır. Bunu yapmanın yolu da sağlıklı ve huzurlu bir ilişki için dikkat edilmesi gereken birkaç temellendirmeyi hayatınıza oturtmanızdır. Hayata oturtmak derken kemik iliklerinize kadar doğrunun bu olduğunu bilmenizden bahsediyorum ya da en azından bunu bilmek için çabalamanızdan.
TÜM BAŞARILI AKTÖRLER BİR ARAYA GELMİŞKEN NASIL ORTAYA KÖTÜ BİR FİLM ÇIKAR?
Esasen romantik ilişkiler, ilişkilerin belki de en kuvvetli halidir. Öncelikle karşılıklı olarak birbirini seven iki insan barındırıyor. Peki, en basitinden arkadaşlık ilişkileri de öyle diyebilirsiniz. Ben arkadaşımı seviyorum o da beni seviyor ya da akraba ilişkileri de öyle. Ben annemi babamı kardeşimi ve çocuklarımı seviyorum onlar da beni seviyor. Ben de evet haklısınız derdim ancak romantik sevgi belki de bu ilişkilerdeki tüm özellikleri çatılaştıran bir niteliktedir. Arkadaşlarınızı seversiniz çünkü onlarla iken eğlenirsiniz, anlardan zevk alırsınız, dinlenildiğinizi değer gördüğünüzü düşünürsünüz ve belki de yanlarında güvende ve ait hissedersiniz, hayatınızdaki önemli olayları onlara anlatırsınız, sırlarınızı onlarla paylaşırsınız, bir yardıma ihtiyacınız olduğunda onlara koşarsınız. Çocuklarınızı kardeşinizi ebeveynlerinizi seversiniz çünkü koşulsuz bir yanı vardır. Onları korumak sarıp sarmalamak istersiniz. Bir annenin bir babanın evlatları için nasıl canlarını çok rahatlıkla hiçe sayabileceğini hepimiz görmüşüzdür. Peki romantik sevgiye bakacak olursak bunu nasıl değerlendirebiliriz?
Romantik partnerinizi seversiniz çünkü tıpkı arkadaş sevgisinde olduğu gibi onunlayken eğlenirsiniz, anlardan zevk alırsınız, dinlenildiğinizi değer gördüğünüzü düşünürsünüz ve yanında güvende ve ait hissedersiniz, hayatınızdaki önemli olayları ona anlatırsınız, karşılıklı güven ve saygı had safhadadır, sırlarınızı onunla paylaşırsınız, hoşunuza giden ve merak ettiğiniz yenilikleri hep onunla deneyimlemek istersiniz, bir yardıma ihtiyacı varsa iki eliniz kanda olsa koşarsınız. Bir şeyi sevdiğini söylese hemen bulup getirmek istersiniz, tıpkı bir ebeveyn gibi onu korumak sarıp sarmalamak istersiniz. Saçının teline zarar gelsin istemezsiniz. Gözlerinin içinin gülmesi için uğraşırsınız. Garip sayılabilecek bir şekilde yeterince dinlenip dinlenmediğini yeterince yemek yiyip yemediğini kontrol edersiniz ve kendisine iyi bakmadığını görürseniz gerekirse çocuğunuzmuşçasına azarlarsınız. Tüm bunlara ek olarak ise oldukça güçlü bir harç olan cinsel çekim duyarsınız. Çeşitli boyutlarda da cinsellik deneyimlersiniz. Cinsellik sonrası salgılanan ve vücut kimyamızda artış gösteren oksitosin, endorfin, vazopressin, serotonin ve dopamin gibi hormonlar ise ilişkinizi kuvvetlendiren bir sihirli iksir misali birbirinize olan bağlılığınızı kuvvetlendirir.
Bakıldığında bu kadar güzellik bir aradayken nasıl oluyor da çevremizdeki insanlar ilişkilerinde hep yorgun ve bitap bir haldeler? Birbirlerine nasıl bu kadar saygısız davranabiliyorlar? Gözü gibi sevdikleri insanları nasıl bile bile yok yere üzebiliyor ve üstelik üste çıkabiliyorlar? Günümüzde toksik olarak tanımlanan, insanlara duygusal tahribattan başka bir şey getirmeyen ilişkiler nasıl var olabiliyor? Ya yukarıda saydığım romantik sevginin çıktıları bu insanlarda yok ya da var ancak başka durumlar mevcut. Benim sözüm yukarıda bahsettiğim çıktılara sahip olduğunu söyleyen ancak yine de sağlıksız ilişkiler içerisinde bulunabilen insanlara. Buradaki başka durumlar, aslında en başından beri bahsettiğim kudretli güçler olan duyguların, kontrol edilmesi gereken ve ilişki içerisinde bulunması o zaman için işlevsiz olanlarıdır.
Genel bir giriş yapalım ve şöyle bir soru ile başlayalım: Bir romantik ilişkiyi yürütmek zor mudur? Hiçbir şey düşünmeden bir cevap düşünün evet ya da hayır. Tamam, şimdi bu soruya vereceğiniz cevabın birçok parametreye göre değişeceğini düşünüyor olabilirsiniz. Örneğin evlilik ilişkisi mi? Kaç yıllık bir ilişkiyi yürütmesi zor mu? Kaçıncı ilişkimi soruyorsunuz? Çünkü ilk ilişkim zordu ama sonraki ilişkilerim daha kolaydı. Uzaktan ilişki mi? Öyleyse çok zor! vb. Tüm bu sorulara göre cevap değişir gibi duruyor. Belki de haklısınız ama durum öyle değil. Çünkü buradaki “zorluk” kavramının anlatmak istediğini tam olarak açıklamadım. Zorluk ile kastedilen şudur: Siz ve partnerinizden kaynaklı olarak zor mu değil mi? Diğer bütün parametreler durumsal ve niteliksel konulardır. Kaç yıldır birlikte olduğunuz, evli olup olmadığınız, kaçıncı ilişkiniz olduğu ve uzaktan bir ilişki mi yürüttüğünüz. Tüm bunlar sizden bağımsız şeylerdir. Bunlar- örneğin uzak ilişki- ilişkinizi yaşamanızı daha tatsız yapabilir ancak ben siz derken bir ilişkiye ve romantik partnerinize bakışınızdan, ilişki karakterinizden, bir ilişkiye ve partnerinize verdiğiniz değerden bahsediyorum. Çünkü esas olan bu temeldir. Şapkayı önünüze koyun ve ona göre cevaplayın.
Pekâlâ şimdi düşündüğünüzde sizin için, bir romantik ilişki yürütülmesi zor bir gerçeklik midir? Hâlâ tam olarak cevap veremiyorsanız cevap verebilmeniz için biraz yönlendirme yapayım. Mesela ilişkinizde egonuz ne kadar söz sahibidir? Ne kadar gurur yaparsınız? Rahatsız olduğunuz bir konuyu partnerinize söyler misiniz yoksa onun anlamasını ve değişiklik yapmasını mı beklersiniz? Tartışmalarda asla geri adım atmam çünkü haklı olduğumu göstermeliyim der misiniz? Partnerinize tartışma anlarında ne kadar bağırırsınız ve onu sindirmeye çalışırsınız? Partnerinizin duygu ve görüşleri sizin için ne pahasına önemlidir? Partnerinizin zayıf ve hassas olduğu konularda ne kadar dikkatlisiniz? İlişki içerisinde ilişki kalitesi mevzubahis olduğunda bir güç hiyerarşisi var mıdır? Yani ilişkinin daha çok kimin isteğine göre yaşanacağının belirlenmesinde bir taraf daha mı baskındır? Sorunlarınızı çözmek adına hangi yöntemleri kullanıyorsunuz? İlişkinizde söylemek istediklerinizi söyleyebiliyor musunuz? Sürekli partnerinizin mutluluğu ve istekleri söz konusuyken siz “Ben önemli değilim aman ağzımızın tadı bozulmasın” mottosu ile kendinizi çürüterek mi hareket ediyorsunuz? Sınırlarınızı çizebiliyor musunuz? Sınır ihlalleri durumunda nasıl bir karşılık veriyorsunuz?
Tamam, bu kadar soru şimdilik yeterli. Evet, cevabınız nedir? Eğer ilişki yürütmesi kolay diyorsanız ne mutlu size çünkü bu, tüm bu sorulara ve muhtemelen yazılabilecek diğer sorulara sağlıklı cevapları veriyorsunuz demektir. Ancak hayır cevabını veriyorsanız, kendinize ve bu bağlamda ilişkilerinize dair oturtmanız gereken bazı temel doğrular var demektir. Yukarıda yazdığım sorular gibi yüzlerce soru yazılabilir ancak bunların hepsi aslında ilişkiye dair oturtmanız gereken birkaç temellendirme ile doğru bir biçimde cevaplanacak sorular olurdu. Başlıktaki sorunun cevabı ise muhtemelen yanlış senaryodur. İlişkilerin sağlıksız yaşanmasının sebebi de temellendirme eksikliğinden doğan duygusal savaşlardır. Bu yazıyı da tam da o temellendirmelerden bahsetmek için yazmak istedim.
SONSUZA KADAR MUTLU YAŞADILAR?
1-) İlişkide haklılık-haksızlık ve ego üstünlükleri değil biz mutluluğu kaidedir.
Sağlıklı aile ya da sağlıklı ilişki, aile ve çift terapisi yaklaşımlarınca benzer minvalde tanımlanmıştır. Genelde insanların aklına sağlıklı ilişki dendiğinde sorunların oldukça az olduğu kavgasız, iki tarafın da sürekli mutlu olduğu ilişkiler gelir. Oldukça ütopik bir çizim olmakla beraber bu doğru değildir. Sağlıklı ilişki, ilişki içerisindeki çözüm potansiyelinin yüksek ve sınırların belirgin olduğu ilişkilerdir. İlişkilerde anlaşmazlıklar muhakkak olacaktır bu gayet doğaldır ancak doğru olan bu anlaşmazlıkların çözümü aşamasında işlevli yolları bilmek ve yüksek oranda uygulamaktır. Sorunların çözümünün hedef konulduğu ilişkilerde hedef aslında ortak saadettir. Çünkü beliren problemin ortadan kalkması için birlikte çalışılır, huzur ve denge yeniden sağlanır. İlişkideki her sorun çözülebilir, yalnız tek bir şart vardır o da iki tarafın da sorunu çözmek istemesidir. Bir taraf yapıcı yaklaşır diğer taraf yaklaşmaz ise bu durum ilişkinin çözüm potansiyelini düşürür ve ilişkiyi sağlıksız bir hale getirir. Çünkü çözüm potansiyelini belirleyen 2 değişken vardır. Biri sizsiniz diğeri de partneriniz. Burada ufak bir parantez açmam gerekiyor. Çözüm için yapılan iletişimlerin ardından ilişkinin sonlanmasının en doğru tercih olacağı kararı da çıkabilir. Bu “Demek ki her sorun çözülemiyormuş” anlamına gelmez. Bazen iki tarafın da iyi oluşuna hizmet eden en iyi yol ayrılmaktır ve çözüm de bu olmuş olur. Çünkü ilişkilerde ne olursa olsun “ilişki sonlandırılmamalı” diye bir kural yoktur. Sorunu ortadan kaldırmak için en uygun mental formda çözüm konuşmasına gelen iki insan, muhtemelen o sorun için en optimal sonuca ulaşacaktır. Bu sonuç ayrılma kararı olabilir. Prof. Dr. Hürol Fışıloğlu hocamın da dediği gibi: İlişkiyi sonlandırmak bir karardır. Bu, doğru da olabilir yanlış da ancak ilişki sorunlarımızı çözemiyoruz ve bu yüzden ayrılıyoruz derseniz hatalı olan budur.
Hepimiz ilişkide mutluluğu hedefleriz, mutlu olmak isteriz. Hayır, ben romantik ilişkimde acı çekmek istiyorum, gün yüzü görmeyeyim inşallah diyenlerimiz yoktur demek istiyorum ama insanlara kefil olamıyorum dolayısıyla çok azdır diyeyim. Öncelikle ilişkinizde en kıymetliniz çift olarak mutluluğunuz olmak zorundadır. Bu demek değildir ki mutlak hedef sadece mutluluk olacak. Hayır, bu motto hayatın hiçbir yerinde doğru değildir. Basit bir örnek, yalnızca mutluluk hedef olsa şu an saatlerce oyun oynayabilir her gün dilediğimce tatlı yiyebilirim. Paramı sağa sola harcayabilirim. Evet sonunda mutlu olurum bir süreliğine, ama ne uğruna? Ardında bıraktığı tahribattan bağımsız mutluluk, mutluluk değildir. Hedef, mutluluğu en optimal yollar ile sağlamak olmalıdır. Diğer hedefler mutluluğa hizmet eden yardımcı aktörlerdir.
Ana hedef ortak mutluluktur ifademi biraz daha açıklamak istiyorum: Kişiler bazen romantik ilişkide olduklarını ve karşısında yürekten sevdikleri kişilerin olduğunu unutuyor ve haklılık-haksızlık savaşına giriyorlar. Yüce egoları zarar görmesin diye işlevsiz inançlarını ve düşüncelerini ölümüne savunuyorlar, bağırıp çağırıp kapıları çarpıyorlar ve partnerlerinin hislerine bilerek zarar veriyorlar. Emin olun çiftler ile konuştukça sayısız ilişkinin sudan sebepler ile bittiğini veya ciddi şekilde zedelendiğini gördüm. Bakın, iletişim hataları ve ego savaşları ilişkiler için ölüm oranı yüksek birer bozukluktur. Bana kalırsa bu durum birebir olarak eski çağlarda insanların gripten ölmesi gibi bir şeydir. Halbuki çözüm için öğrenilmesi gereken ufak birtakım temellendirmeler gerekmektedir. Bakın, ilişkide ego olmamalı. İlişkide ben haklıyım sen haksızsın savaşı olmamalı. Ana hedef bu olmamalı. Haklılık ve haksızlık yardımcı aktörlerdir. Bir haklı haksız tayin edilmesi mutluluğa giden yoldaki bir duraktan ibarettir. Bazı ilişkilerde sorunun çözümü için tartışılmaz, yalnızca kim haklı kim haksız o belirlensin ve konu kapansın yaklaşımı güdülür. Bunun kime ne faydası var? O problemin bir daha yaşanmasının önlenmesi gibi hayati bir konu es geçilmiş oluyor bu tartışmalarda.
Pekâlâ, diyelim ki bir anlaşmazlık yaşandı ve erdemli davranıp hatanızı kabul ettiniz ve yanlış davrandığınızı söylediniz. Öncelikle, sizi egonuzu ilişkinizin dışında tuttuğunuz için yürekten kutluyorum. Kafanızdan, çiftlerde çokça gördüğüm şu düşünceyi geçirmemişsiniz demektir: “Tamam hatalı olduğumu biliyorum ama bunu ona söyleyemem çünkü burada geri adım atarsam haksızlığım tescillenir ve ilerde koz olarak önüme getirilir” Burada şöyle bir eksiklik var. Siz hatanızı kabul edip gerekiyorsa özür dileyip sorunu çözdüğünüzde bunu bir daha yapmamak adına sözleşmiş oluyorsunuz. Bu konuda yapabileceğiniz yegâne şey hatayı kabul edip bir daha gerçekleşmemesi adına yaşamaktır. Yine de partnerinizin bu konuda içi soğumazsa siz zaten ona duygusal destek vermenin ötesine geçemezsiniz. Belki de sorun konusu, partnerinizin bireysel destek alması gereken yaşam hikayesinde onu farklı etkileyen hassas bir konu olabilir ve ilişki içerisinde bunu aşamıyor olabilirsiniz. Bu durumda partnerinizin bireysel terapi alarak bu konu üzerine çalışması gerekebilir. Ek olarak, erdemli davranıp hatanızı kabul etmeniz ve yanlış davrandığınızı söylemeniz sizin çözüm potansiyeline hizmet eden bir partner olduğunuzu göstermektedir. Geri adım atabiliyor olmanız ben mutluluğundan çok biz mutluluğuna önem verdiğinizin de bir göstergesidir.
Pekâlâ, burada haklı-haksız belirlendi diyelim şimdi sırada bu durum niye yaşandı, bize duygusal etkileri ne oldu, biz bundan ne öğrendik ve bir daha yaşanmaması adına neler yapabiliriz? Bunları konuşalım bulunmalıdır. Bu kısmı da kotardıktan sonra biz mutluluğu yeniden sağlanmış olacaktır. Bu kısmın kotarılmasında çok hayati bir konu daha var: Çözüm için konuşulanların bir değeri olması. Onu bir sonraki temel kuralda anlatacağım. Burada şöyle bir parantez açmak istiyorum. Ben mutluluğu önemli değil mi, ben mutlu olmuyorsam ne olacak? gibi sorular gelebilir. Biz mutluluğu demek siz ve partnerinizin aynı anda mutlu olması demektir. Burada yanlış olan partnerlerden birinin mutluluğuna hizmet eden durum diğerinin mutsuz olmasına yol açmasıdır. Böyle bir durum varsa zaten en başından beri anlattığım üzere çözüm için konuşulmalıdır. Siz eğer bir ilişki yaşamaya karar verdiyseniz ve “iki tekil” olarak bir araya gelip “çift’lik” oluşturduysanız artık buna göre yaşamak durumundasınız. Yeni gerçekliğiniz artık yalnızca ben’den ibaret değildir. Biz’lik başrol oyuncusudur.
Diğer bir dikkat edilmesi gereken konu öfke duygusudur. Öfke kontrolü bireysel bir sorundur ve gerekirse tedavi edilmelidir. Bana kalırsa günlük hayatta oldukça önemli kimselerin yanında öfke kontrolünü sağlayabiliyorken eşinize ya da sevgilinize karşı yapamıyor olmanız biraz ikircikli bir durum oluşturmaktadır. Örneğin patolojik bir seviyede öfke bozukluğunuz yok ise -ki öfke kontrol bozukluklarının yaygınlıkları genel popülasyonda düşüktür- sizi sinirlendiren bir üniversite hocanıza bağırıp hakaret etmezsiniz. İş yerinizdeki patronunuzun odasından çıkarken kapıyı sinirle çarpmazsınız. Peki bu beceri varsa neden ilişkide kullanılmıyor? İster mantıksal bakın ister duygusal, bir tarafta romantik olarak sevdiğiniz bir kimse var diğer tarafta iş ilişkisi dolayısıyla mecbur olduğunuz bir kimse. Normalde bu davranış birisine yapılmayacaksa sevdiğimiz kişiye yapılmaması cevabı gün yüzü gibi açıktır. O zaman burada sevgi dışında bir değişken var ki bizleri bu tezat duruma sürüklüyor. Sonuçlar. Patrona veya hocanıza bağırmanın veya hakaret etmenin sonuçlarından korktuğunuz veya endişelendiğiniz kadar partnerinize bağırmanızın ve hakaret etmenizin sonuçlarından korkmuyor ve endişelenmiyorsunuz. Belki de “Gider özür dilerim ve affedilirim problem olmaz” diye düşünüyorsunuzdur. Onu ben bilemem ama vurdumduymazlığın sıkıntılara yol açtığını bilirim.
Şimdi bir de madalyonun öteki yüzü var. Farkındaysanız şu ana kadar fiziksel şiddetten hiç bahsetmedim. Çünkü bunun ilişkide olmayacağı aşikâr ve bunun üzerine konuşulacak bir şey yok. Öteki taraftan takdir edersiniz ki öfkeyle bağırmak, partnerinizin üzerine yürümek, hakaret etmek ve odadaki eşyaları sağa sola fırlatmak çok da masum şeyler değildir. Bunlar öncelikle karşıdaki kişiyi sindirme hedefli şeylerdir ve tartışmayı içerikten uzaklaştırır. Bağırarak partnerinizi korkutarak bir şeyleri çözdüm zannedebilirsiniz ancak zorba bir kraldansa tebaası tarafından sevilen adil bir kral her zaman daha uzun hüküm sürmüştür. Birisinden korktuğunuz veya çekindiğiniz için bir şeyi yapıyor veya yapmıyorsanız o kişi yokken o işi yapmaya veya yapmamaya devam edersiniz. Sizin için içselleşmez. Çözüm de kalıcı olmaz dolayısıyla. Bağırmak iletişimi tıkar ve şalterleri attırır. Bağırdıkça öfkelenirsiniz öfkelendikçe ego savaşı başlar ve konu çözüme kavuşmaz. Bu arada bağırmanın, hakaret ve tehdit etmenin vb. psikolojik şiddet sınıfında değerlendirildiği de bilinmelidir. Bu sebeple, tartışma boyunca (anlık yükselmelerden bahsetmiyorum) bağırmanın hiçbir şeyi çözmeyeceği aksine yıkıcı bir eylem olduğu inancını içinize yerleştirirseniz zaten sesinizin yükseldiğini fark ettiğiniz anda kendinizi durdurmak adına gerekli adımları atarsınız.
Bu noktada insanlarla konuşurken duyduğum birkaç cümleden bahsetmek istiyorum: “Tamam da ben öfkeleniyorum bu da bir duygu ve ben duygularımı bastırmak istemiyorum partnerimin bu öfkemi görmesini istiyorum. Dolayısıyla o dediğiniz bağırma, ufak hakaretler etme ve bir şeyler fırlatma gibi eylemleri yapabiliyorum.” Öyle güzel anlatılıyor ki ilk bakışta bir şeyler fırlatmayı ufak hakaretleri vs. haklı buluyor gibi oluyorsunuz ama ne yazık ki öyle değil. Bu yazdığım cümleye katılan okuyucular için şunları söylemeliyim. Öncelikle duygularınızı ifade etmek istemenizi kutluyorum. Öfke de bir duygudur ve yeri geldiğinde tabii ki ifade edilmelidir ancak bir duyguyu ifade etmenin takdir edersiniz ki birden çok yolu vardır. Belki içinizden “ama en etkilisi bağırmak ve benzerleridir.” diyebilirsiniz. Emin olun bazı duyguların en etkili ifade edilme yolunun kanunen suç bile olduğu yollar vardır. Örneğin şehvet duygusunu cinsel taciz yoluyla da gösterebilirsiniz. Dolayısıyla “en etkili olan seçilmelidir” argümanı biraz risklidir. Öfke, rahatsızlık ve üzgünlük gibi duygularınızı göstermenin en optimal şekli için, eğer partneriniz ile aranızda bir sevgi bağı varsa partneriniz size değer veriyor ve sizi gözetiyorsa yalnızca “şu an çok üzgünüm”, “beni gerçekten kırıyorsun” ya da “şu an gerçekten çok kızgınım” demeniz bile yetmelidir. Umursanmanız için bunların oldukça ötesine geçmeniz gerekiyorsa ilişkinize dair düşünmeniz ve gözden geçirmeniz gereken durumlar olabilir.
İnsanların haklılık arzusu ve ego olarak özetleyebileceğimiz santimantal (duygulu) yanları, o insanların belki de rasyonel temellendirmelerinden olan sevgilimin mutluluğu önemlidir, sevgiliye bağırılmaz hakaret edilmez gibi kurallarını ezip geçmelerine sebebiyet veriyor. Görünen o ki koydukları o kurallar o kadar da sağlam değilmiş. Peki ama duygular çok kuvvetlidir rasyonel kuralları ezip geçmesi çok muhtemeldir dememiş miydik? Evet demiştik ama en güçlü silahımızın yine rasyonel farkındalıklarımız olduğunu da eklemiştim. Bir de şu açıdan bakın, hayatta ne olursa olsun uyduğumuz kurallar yok mudur ya da uyulmamasının çook düşük ihtimal olduğu? Örneğin sizin içinizde, derinlerde, kemik iliklerinizde, atomlarınızda ve hatta atom altı bileşenlerinize kadar işlemiş bir şekilde, bir kişi romantik partnerine şiddet göstermez inancı varsa romantik partneriniz ne yaparsa yapsın şiddet göstermezsiniz. Bu inanç bir içsel ketleme görevini her seferinde görecektir. Sevgiliniz isterse kafanıza vantilatör fırlatsın benzeri bir karşılık vermezsiniz. Zorunlu meşru müdafaa durumlarını göz ardı ederek anlatıyorum ve demek istediğimi anladığınızı düşünüyorum. Hayattan bir örnek de verebiliriz. Hırsızlık yapılmaz fikrine cidden inanıyorsanız önünüzde açık ve korumasız tomarla para olsa da çalmazsınız. Evet duygular kuvvetlidir ancak açıkladığım gibi onlara karşı birkaç numaramız da yok değildir.
Sevginin ve sevginizin kıymetini bilin ve ilişkinizin elinizden fuzuli nedenlerle kayıp gitmesine izin vermeyin. İlişkinizin sağlığı ve huzuru için egolarınızdan vazgeçmenin gerektiğinde özür dilemesini ve gönül almasını bilmenin size kazandıracakları yanında anlık bireysel galibiyetlerin ve zafer hissiyatının getirisi devede kulak kalacaktır. Karşılıklı sevgi bağı ile bağlı iki insanın en basitinden birbirlerine sarılması bile birçok psikolojik sıkıntıya panzehir oluşturmaktadır. Eğer bu konuda istemenize rağmen çok zorlanıyorsanız ve egolarımı yenemiyorum diyorsanız bu noktada yetkin bir uzmandan bireysel terapi almanızı önerebilirim. Özetle eğer şu temellendirmeyi güzelce içselleştirirseniz ve ruhunuzun derinlerine bir yere kazıkla çakarsanız ilişkinizin çözüm potansiyeli artacak, olumsuz ve işlevsiz dürtüleriniz oldukça güç kaybedecektir. İlişkide haklılık-haksızlık ve ego üstünlükleri değil biz mutluluğu kaidedir.
2-) Sınırlarınız belirgin gözünüz pek olsun
Esasen bakıldığında romantik ilişkiler karşınızdaki insana karşı toleransınızın en yüksek olduğu ilişkilerden biridir. Bunun sebebini aslında romantik sevginin bütünleştirici gücüne bağlayabiliriz. Genelde bu yüksek tolerans bir sorun çıkarmasa da bazen ilişkiyi bizler için yaşanması güç bir atmosfere çevirebiliyor. Partnerinizin sizi rahatsız eden ufak çaplı davranışları veya söylemlerini her seferinde affediyor veya görmezden geliyor olabilirsiniz. Bunun sebebi ilişki sisteminizden enerji çıkaran bu olaya karşı sisteme enerji sokan aşk ve sevginin daha kuvvetli olmasıdır ancak dikkat edilmesi gereken şey bu konuların gerçekten sizin için ufak konular olduğundan emin olmanızdır. Aksi halde bir bakmışsınız bu konular birikmiş birikmiş ve partnerinize kumandayı kırdı diye ağzınızdan köpükler çıkarak bağırmanıza sebep olmuş. Tabi sağlıklı olan büyük küçük demeden tekrarlayan sorunların konuşulması olacaktır bunu zaten bir sonraki temellendirme başlığında açıklayacağım. Bu başlık, ilişkide konuşulan ve çözüme kavuşturulan konuların devamlılığı açısından kritik bir değer taşıyor.
Şimdi, hepimizin kişisel sınırları vardır. Örneğin akşam eve gelir gelmez tartışma yaşamak istemiyor olabilirsiniz. Başka bir örnek, tartışma esnasında partnerinizin bir anda telefonu kapatması bir daha telefona cevap vermemesi sizin için tahammülü zor bir davranış olabilir ya da sizin için partnerinizin, yanınızda küfürlü konuşması rahatsızlık verici ve mide bulandırıcı bir durum olabilir. Bunlar sizin kişisel sınırlarınızdır ve bu sınırların baş gardiyanı yine sizsiniz. Tabi ideal sağlıklı bir ilişkide partneriniz de sizin sınırlarınızın gardiyanı olmalıdır ama olamadığı durumlarda nasıl bir tavır alınmalı bundan bahsedeceğim. Örneğin sınırlarınızın aşıldığı bir durum oldu. Burada çalıştığım vakalardan birisinin bazı yerlerini değiştirip mahiyetini aynı bırakarak örnek vermek istiyorum. Çiftlerden birisinin birlikte yapılacağına söz verilen aktivitelerin partneri tarafından sürekli iptal edilmesine dair bir sıkıntısı bulunuyordu. Bu kişinin sınırına da basitçe söz verilip tutulmaması diyebiliriz. Bu kişi partneriyle sürekli bu konuda tartışma yaşadıklarını ve kendisinin bu tartışmaların ardından biraz soğuk davrandığını sonra bir şekilde 3-4 gün içinde barıştıklarını söylemişti. Şimdi öncelikle ilk göze çarpan bu konunun bir kere değil birden çok kez yaşandığına delalet eden “sürekli” kavramıdır. Demek ki bu durumda bir sınır güvenliğinden bahsedemeyiz. Kişi sınırlarını koruyamamış partneri de bu sınırları korumaktan ziyade kerelerce delip geçmiştir. İkinci problemli kısım barışmak ile ilgili kısımdadır. Kendi ilişkilerinizden düşünebilirsiniz. Barışmak her zaman çözüm anlamına gelmemektedir. Barışmak genelde durumun doğurduğu sıkıntılı duyguların etkisinin, zaman ile veya bir hediye ile veya cinsellik vs. ile azalması ve tekrardan iyi olma durumudur.
Kişi kırdığı partnerinden özür diler ve konu kapanır. Özür dilemesi bedavadır. İki sözcükten oluşur eğer rotasizm (r sesini söyleyememe) artikülasyon bozukluğunuz yoksa fonetik olarak bu cümleyi kurması da oldukça basittir. Özür dilerim. Özür dilerim. Özür dilerim. Yazması da oldukça basitmiş. Pekâlâ tekrar ciddileşmek gerekirse, bu içi boş özürler bizleri bir döngüye sokar. İlişki Pusulası Çift Terapisi modelinde bu konudan “iyi-kötü-küs-barış” döngüsü olarak bahsedilir. Öncelikle iyi bir durumdasınız bir problem yok. Ardından bir olay yaşanıyor ve kötü
oluyorsunuz. Sonra tartışma ve küsme geliyor. Daha sonra da bir şekilde barışılıyor ve tekrardan iyi hale dönülüyor ancak konu çözülmüyor.
Sınırlarınızın belirgin olması için öncelikle sizi rahatsız eden konulardan açık şekilde partnerinize bahsetmek zorundasınız. Eğer partneriniz için en basitinden “sevdiğim kişiyi bilerek rahatsız edip üzüyorum dolayısıyla bu sınırı aşmamalıyım” farkındalığı geçerli değilse bu sınırın güvenliği için aşılması durumunda oluşacak sonuçlardan bahsedilmesi gerekmektedir. Çünkü bu hayatın her yerinde böyledir ve romantik ilişkiler de hayatın tam göbeğindedir. Sözünüzün bir değeri olmalıdır. “Bunu yapma beni gerçekten rahatsız ediyor” deyip her seferinde yaşadığınız sıkıntıları yutup barışıp ilişkinize devam ederseniz, bu durum -metaforik olarak anlatayım- sizin ilişki atmosferinize karbonmonoksit salınmasına sebebiyet verir ve sizi yavaş yavaş zehirler. Sonra bunlar içinizde birikir birikir ve partneriniz tarafından “Çok tahammülsüz ve en ufak şeyden nem kapıyor” yaftalamasına maruz kalırsınız.
Çözülmemiş geçmiş yaşantılar ilişki geleceğinizin rotasını belirlemekte oldukça kuvvetlidir. Yaşı ileri çiftlerde bu durumu çokça kez gördüm. Genelde kadınların bahsettiği şu şekilde temalar bulunur: “Eskiden belki de çok daha kötü şeylere katlanırdım ama şu an o zamanlar için cennet gibi gelecek hareketleri bile bana cehennem oluyor” Bu durum çok açık bir şekilde çözümlenmemiş olayların o insanın partnerine karşı içini çürütmesine sebebiyet vermesine bir örnektir. Tekrar altını çiziyorum ilişkide partnerlerin sözlerinin bir anlamı olmalı. Bir daha yapmayacağım cümlesini oturup çok dikkatli düşünerek kurmalısınız mesela. Bu cümle de tıpkı özür dilerim gibi bedavadır. Çok rahatlıkla çıkar ağızdan. Hatta bazen kardeş olur bu cümleler: Peki, özür dilerim hayatım (bir de araya ufak şirinlikler sıkıştırılır) bir daha yapmayacağım. Eğer bu cümle gelecek adına hiçbir şeye hizmet etmiyorsa, bu, durumu kurtarmak için yapılan ucuz bir manipülasyondur ve sağlıklı ilişki atmosferini mahveder.
Toparlayacak olursam partnerinize aşılmasının sizi çok kötü yaptığı sınırlarınızı göstereceksiniz ve bu sınırları koruyacaksınız. Sınırınızın bir anlamı olduğunu partneriniz bilmek zorunda ve siz bu anlamı ona göstermek zorundasınız. Bakın, ilişkiler eşler (eş hiyerarşideki iki insan) arasında yaşanmalıdır. İlişkiye yön veren daha çok kendi istediği gibi yaşanmasını sağlayan bir partner varsa bu partner güç hiyerarşisinde kendisini yukarı çıkarmamıştır. Aşağı düşen partner onu oraya çıkartmıştır. Futbolda bir tabir vardır. Kurtarılan bir penaltı için şu yorumlar yapılır. Penaltıyı kaleci mi kurtardı yoksa oyuncu mu kaçırdı. Bakıldığında ikisi de diyebilirsiniz. Burada anlatılmak istenen futbolcu çok mu kötü vurdu yoksa kaleci çok iyi vurulan topu bir o kadar iyi bir atlayışla çıkardı mı? Konumuza dönecek olursak “hiyerarşide yukarı çıkan çıkmıştır diğeri de inmiştir aynı şey” diyebilirsiniz. Hayır. Bir partner izin vermedikçe, sınırlarını korudukça diğeri hiçbir şekilde yukarı çıkamaz. İlişkilerde güç alınmaz güç verilir. Siz eğer sınır aşımlarının bedelini partnerinize göstermezseniz diğer partner güç kazanır. Eğer sınır aşımının bedelleri konusunda gözünüz pek olmazsa ve aman ilişkim bozulmasın tartışma çıkmasın diye geri çekilirseniz diğer partner daha da güç kazanır. Bunlara ek, sınır aşımının oluşturduğu cefayı da sadece siz yaşarsınız. Dilediği gibi yaşamanın sefasını da partneriniz…
Özetle, ilişkide söylenen cümlelerin bir anlamı olduğuna dikkat edin. Eğer bir sınır çiziyorsanız bunun öylesine çizilmediğini oldukça önemli olduğunu partnerinize hissettirin. Partnerinizin şu tarz bir düşünceye kapılmasına izin vermeyin: “Sınırı aşarım sonra da paşa paşa özrümü dilerim. Nasıl olsa affeder.” Bakın bu düşünceyi o partner tek başına kuramaz, kendisini bu seviyedeki bir güce kendisi çıkaramaz. Siz onu oraya koyarsınız. Bakın tüm bu şeyleri ilişkideki ortak saadet için yaptığınızı hep aklınızda bulundurun. Ben üzüleyim o üzülmesin sorun çıkarmayayım doğru bir yaklaşım kesinlikle değildir. Bazen bir daha sorun yaşanmasın diye sorun çıkartmak gerekir. Siz o noktada değerlerinizi savunacaksınız ki bir daha savunmak zorunda kalmayın. Nihai noktada oturtmanız gereken ikinci temellendirmeyi de aktarmış oldum. Şunu asla unutmayın: Sınırlarınız belirgin gözünüz pek olsun.
3-) Söylemek istediğiniz bir şey varsa söyleyin
Biz insanların genelde en acımasız davrandığı kişiler kendimizdir. Örneğin bir kişi bir şeyi başaramadığı için dert yanan arkadaşına “Önemli değil kardeşim sen çalışmaya devam et bir dahakine halledersin dünyanın sonu değil ya” diyebilirken kendisi bir şeyi başaramazsa ben işe yaramazın tekiyim zaten hiçbir şeyi başaramadım gibi saldırı cümleleri kurabilmektedir. Yani bir çifte standart söz konusudur. Bu durum ilişki içerisine de etki etmektedir. Kişiler ilişkiye dair dertlerini veya rahatsızlıklarını söyleme noktasında geri adımlar atabilmektedir. Sorunu ben yaşarım (kendime acımam) önemli değil partnerim sinirlenmesin ya da onun rahatı bozulmasın denilebilmektedir. Bunun temel sebeplerinden biri de yukarıdaki başlıklarda bahsettiğim Yaprak Dökümü dizisi karakterlerinden olan Hayriye Hanım yaklaşımıdır “Aman ağzımızın tadı bozulmasın”. Bu ipin uzandığı yer de en temelde terk edilme kaygısıdır. Bir diğer sebep ise ego veya değer görme beklentisidir. “Beni rahatsız eden bir konu var ama söylemeyeceğim çünkü ben söyledikten sonra düzeltmesinin bir anlamı yok” Bu tema neredeyse tüm ilişkilerde görülür. Bazılarında had safhadayken bazılarında daha azdır. Bu temaya sahip kişilere seanslarda şu açıklamayı yapıyorum:
Öncelikle çiftler birbirlerine kendilerini tanıtmak zorundadır ve bu tanıtma işlemi bir zamanla kısıtlanmamıştır. Yani “ilişkinin 5. ayına kadar vakti var beni tanıdı tanıdı sonrasında beni rahatsız eden ya da benim hoşuma giden şeylerden bahsetmeyeceğim çünkü ilk 5 ayda verdiğim bilgilerden bu konuları tahmin edip çıkarım yapabilmeli. ” gibi bir gerçeklik çok da işlevsel değildir. Ben derdimi söylemeyeceğim o anlasın yaklaşımı aslında yeni doğan bebekler ve bakım verenleri arasında görülür. Bebekler konuşamadıkları için ağlayarak bir şeyler atarak bağırarak üzüntülerini anlatmak isterler. Bizlerse yetişkin insanlarız ve ortak mutluluğumuz için konuşmalıyız. Bakın, çiftler ilişkiye başladıklarında iki yapboz parçası gibi uyuşmazlar. Bir partner diğerini tanır kendisini tanıtır ve geçen zaman içerisinde eşsiz bir harmoni ile birbirlerine en uygun hale gelirler. Biraz siz esnersiniz biraz partneriniz ve sonunda emsalsiz ve size özel bir ilişki yetiştirmiş olursunuz. Bu harmoni yıllarca sürebilir. Çünkü siz ilk tanıştığınız gündeki insan değilsiniz. O zamanki fikirleriniz partneriniz ile deneyimlediğiniz tüm olaylardan sonra değişebilir. Öteki taraftan ilişkiden bağımsız olarak, zaman ilerliyor dünya değişiyor ekonomik siyasi sorunlar yaşanıyor vb. Hep bir değişim var ve siz de birey olarak bundan etkileniyorsunuz. Nihayetinde partnerinize de bu olası değişimi göstermek durumundasınız ki yenileşen sizi en doğru keskinlikte anlayabilsin. Siz buna “ben dersem ve yaparsa anlamı ve değeri yiter” diyorsunuz. Bense bir de şöyle değerlendirin diyorum. Biz insanlar her kimsenin dediği her şeyi yapmıyoruz değil mi? Değer verdiğimiz önem gösterdiğimiz kişilerin dediklerini yapma eğilimindeyiz. Bu durumda eğer partneriniz siz dediğiniz için kendisini düzeltir ve bu şekilde yaşarsa size çok değer verdiği için bu değişimi gerçekleştirmiş de diyemez miyiz? Diyelim ki siz partnerinizi bir konuda uyardınız ve partneriniz artık onu yapmıyor. Aradan geçen ve o sorunun yaşanmadığı 20 sene sonra “Ben 20 sene önce demiştim ondan yapmadı bunca sene, bu sebeple değersiz” diyecek misiniz? Sizi kıran bir konu varsa söyleyin, söyleyin ki düşünceler denizinde boğulmayın ve yanlış kararlar almayın. Çünkü cevaplar sizde değil. Cevaplar partnerinizde. Belki de partneriniz gerçekten farkında bile olmamıştır ve siz bunu dediğinizde gerçekten sizi kırdığı için yüreği yanacak ve üzülecektir. Siz kafanızdan bana değer vermediği için yaptı, beni artık sevmediği için yaptı, acaba başka birisi ile mi görüşüyor gibi sonsuz olasılıkları değerlendiriyorsunuz. Bu olasılıklar sonsuz. Ama bir tanesi gerçek ve o gerçek sizde değil partnerinizde. Gelin bir de şöyle bakalım. A+B=C. C sizin ulaştığınız sonuç, yani sorunun size göre çözümü olsun. A sizsiniz B de partneriniz. Şimdi siz sadece A’yı biliyorsunuz bu cepte. Partneriniz de sadece B’yi biliyor. Matematiksel olarak B’nin alabileceği birçok olasılık var değil mi? 10 da olabilir 100 de vs. Tüm bu olasılıklara göre de C yani sorunun çözümü değişir. 10 ise başka bir sayı olur, 20 ise başka. Şimdi siz belki kafanızda doğru cevap üstünde durdunuz ve dediniz ki B 45’tir (doğru tebrikler) ama emin olamayıp bir sonraki düşünceye geçtiniz çünkü emin olamazsınız. Halbuki C’ye ulaşmanın sonsuz olasılıkları hesaplamaya çalışmaktan daha kolay bir yolu var değil mi? B bilgisini elinde tutan kişiye sormak. Eğer siz ona A’yı söylerseniz o da size B’yi söylerse C gün yüzü gibi ortaya çıkacaktır. Bazen işlemi yapması zor olabilir sizi terletebilir ama çözüme ulaşmak işten bile değildir. Bu şekilde günlerinizi bu konuya harcayarak B’yi düşünerek heba etmemiş olursunuz. Belki de en önemlisi ilişkinize haksızlık etmemiş olursunuz. Yani yanlış sonuca tek başınıza ulaşmamış olursunuz. İlişkide de verdiğim örnekteki gibi olmalı. Partnerinizin sizi rahatsız eden bir davranışı varsa gidin onu ona söyleyin ki kendisini açıklama fırsatı bulsun ve ortak saadetiniz için konuşabilin.
Diğer sebep olan aman ağzımızın tadı bozulmasın yaklaşımına dair de farkında olunması gereken bazı durumlar vardır. Bu tarz düşünceleri olan partnerler genelde şu şekilde düşünür. “Bir sorun ortaya attığım zaman partnerimle bir tartışma başlatmış olacağım ve partnerimin rahatı bozulacak, belki sürekli sorun belirtiyorum
diye sıkıldığını söyleyecek ve ilişkiyi bitirmek isteyecek. Bana tavır alacak vs.” Bu, bilmediğiniz bir gelecek ve bunların hepsi birer olasılık. Bilmediğiniz bu olasılıksal gelecekten kaçarak kendinizin sıkıntı içinde olduğu bir gerçeklik oluşturuyorsunuz ve konuşmamanızdan doğan tüm içsel ve somut sıkıntıyı siz yaşıyorsunuz. Her dakikasını ve her saniyesini. Bildiğin şeytan bilmediğin şeytandan iyidir diye bir söz vardır. Konuşmayan insanlar için sanırım bu motto geçerli. Konuşmadığımda olacakları yaşıyorum ve biliyorum ama konuşursam olacaklar çok daha korkunç geliyor diyorlar. Bu kadar emin olmamak lazım. Öteki taraftan, görüştüğüm çiftlerde ilişkisinde daha önce sorun dile getirdiği için gördüğü muamele sebebiyle sinen ve konuşmaktan çekinen insanlar da çoktu. Bu insanlar için olasılıksal bir gelecek değil, muhtemel bir gelecekten söz edilmiş oluyor. Burada da şu soru akla gelmeli: Dilinizin kontrolü kimin elinde? Neyi söyleyip neyi söyleyemeyeceğinizi kim belirliyor? Dilinizin kontrolünü verirseniz ilişkinin kontrolünü de vermiş olur ve dümenden çekilmiş olursunuz. Hiyerarşide kendinizi aşağı indirir partnerinizi yukarı koyarsınız. Bu konuda hassas bir noktanın altını çizmek istiyorum. Sağlık ve can güvenliği sebebiyle konuşamamak vs. gibi konulardan hiç bahsetmiyorum çünkü zaten bu tarz durumlar bu yazının hedefi olan insanların dışında kalan insanları kapsıyor ve bu konu polis ve adli kurumları ilgilendiren bir mesele haline gelmiş oluyor.
Devam etmek gerekirse, yazının başında sistemin çözüm potansiyelini belirleyen iki etmen var demiştim. Biri siz diğeri de partnerinizdi. Eğer sorunlarınızdan açıkça bahsetmezseniz ilişkinizin çözüm potansiyelini düşürürsünüz. Açıkça bahsetmenin çok basit bir sebebi vardır. Psikolojide edimsel koşullanma adı altında öğretilen koşullanma kuramı bulunur. Buna göre, bir davranış ve çıktı eşleştirilir ve davranış artırılıp azaltılmaya çalışılır. Basite indirgeyerek aktarayım. Bir davranış ile davranışın sonucu bariz bir şekilde eşleşmelidir ki kişi davranış ile sonucun eşleştiğini fark edebilsin ve güzel bir sonuç aldıysa davranışı artırsın kötü bir sonuç ile karşılaştıysa davranışı azaltsın. Örneğin tuşa bastığınızda hemen ışık yanıyorsa, ben tuşa bastım ve ışık yandı çıkarımını yapabilirsiniz. İlişkilerde de siz partnerinize yaptığı şu davranışın şu sonuca yol açtığını çok açıkça ifade ederseniz kişi için su götürmez bir eşleşme olacaktır ve halk arasında genelde erkek popülasyonunda görülen “ne yaptım bilmiyorum” ifadeleri ortadan kalkacaktır. Bu “ne yaptım bilmiyorum” sıkıntısına lise çağlarımda arkadaşlarımla konuşurken de rastlıyordum profesyonel hayata geçtikten sonra ileri yaş çiftler ile konuşurken de görece daha az olsa da rastlamaktayım. Oldukça ilginç bir örüntü aslında ama ne biliyoruz ki? Böylelikle son temellendirmeyi de aktarmış oldum. İlişkinizde rahatsız olduğunuz bir şey varsa düşünüp durmayın ve basitçe Söylemek istediğiniz bir şey varsa söyleyin.
Bakın, tüm bu temellendirmeler %100 olarak işlemek zorunda değildir. Bu çok zor ve gerçek dışıdır. Yeri geldiğinde haklı-haksızlık ve ego savaşı yaşanabilir, yeri geldiğinde sınırlarımızı koruyamayabiliriz ve yeri geldiğinde söylemek istediğimiz bir şeyi söyleyemeyebiliriz. Ben demeyeceğim o anlasın diyebiliriz. Partnerimize manasız tripler atıp yokuş yapabiliriz. Bunlar bazen aradaki çekimi artırabilir de. Bazen örseleyici olaylar ilişkileri daha kuvvetli hale de getirebilir. Bu durumların görülmesi ilişkiyi kategorik olarak sağlıksız yapmaz. Benim vurguladığım, bu konuların ilişkilerin standart bir parçası haline gelmemesi gerektiğidir. Çünkü bu sorunların ilişkinin standart bir parçası haline gelip ilişki habitatını oluşturması demek oldukça riskler barındırması demektir. Belirttiğim gibi “Benim ilişkimde bu temellendirmelere zıt hiçbir zerre olmamalı. Hiç bağırmamalıyım. Aklımdan geçen her şeyi söylemeliyim. Yapma dediğim bir şeyi yaparsa hemen cezasını kesmeliyim” düşüncesiyle hareket etmek hem nafile bir çabadır hem de sizi ve ilişkinizi yıpratacaktır. İlişkilerde Karşılıklı Sabır ve Saygı’da bu yazıda bahsetmediğim ancak önemli temellendirmelerdendir. Dolayısıyla sağlıklı ilişkinin tanımındaki gibi sorunsuz ve sıkıntısız ilişkiler değil, “çözüm potansiyeli yüksek ilişkiler” var olmalıdır. Her şeyin doğru olduğu mükemmel ilişkiyi kovalamayın. Öte yandan doğruların az olduğu kan emici bir ilişkiye de tahammül etmeyin. Basitçe, ilişki dinamiklerinize dair farkındalığınızı kuvvetlendirip ilişkinizin bu temellendirmeler ışığında rayında gittiğinden emin olun. Arada titremeler ve sallanmalar olabilir ancak raydan çıkılmadığı sürece problem yoktur. Kim bilir, belki de tüm bunları anlayıp yürürlüğe koyabilirseniz sonsuza kadar mutlu yaşarsınız.
Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır, tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.