Yalnızlık Üzerine Fikir Uçuşmaları

Fikirlerim yalnızlık için uçuşurken aklıma varoluş ateşinde yanarken yalnız kalmış büyük düşünürlerin sözleri geldi. Yalnızlığı yüceltenlerin yanı sıra bu durumun ortaya çıkardığı sosyal çekilmenin ve sosyal izolasyonun psikolojik rahatsızlıkların temelini oluşturduğunu söyleyenlerde çıktılar. Şu da bir gerçek ki en yaratıcı sanatçılar, hatta başarılı bütün insanlar iç sesleri ile baş başa kaldıkları anlarda daha üretici olduklarını söylüyorlar. İç sesimizin beslendiği kaynaklar, gündelik yaşantılarımız ile meşgul uyanık belleğimizin oyalamaları dışında, bilinçaltımız oluyor. Bilinçaltımız kendi kaynaklarını bilince yani sesini duyduğumuz o iç sesimize çıkarırken daha çok hayal kurma, fantezi kurma, imaje etme, romantizm-entellektüalizm gibi araçları kullanıyor. Bu nedenle hayal dünyası gelişmiş insanların, dikkatlerini içe yöneltmişlerse çok verimli sanatsal-fikirsel ürünler ortaya koyabiliyorlar. Bu durum beraberinde sosyal işlevlerimizi olumsuz etkilese de yalnız iken açığa çıkan duyguların tadını hiçbir şey veremiyor.

Aristoteles’in ‘Yalnızlıktan hoşlanan ya vahşi hayvandır ya da Tanrı’ sözündeki derin ironiye bakar mısınız. Bu sözün en derinlerinde yatan, sosyal çekilmeyi de beraberinde getirecek yalnızlığın bizim hayvani yönlerimizi açığa çıkarak bir yabaniye çevirebileceği gibi ,tanrılara has ve has kalacak farkındalıkların, çözülmelerin kapısını da açabileceğini vurguluyor. Cenneti ve cehennemi aynı anda bünyesinde barından nadir durumlardan bir tanesi olarak karşımıza yalnızlık çıkıyor. Nietzsche’ nin; “Bir derin kuyuya benzer yalnızlık. Taş atmak kolaydır içine: ama bu taş dibe inecek olursa, kim çıkarabilir?” sözünden de anlaşıldığı üzere, yalnızlık girdabında derinlere dikey iniş yapan bir kişinin durumu, bilinmez derinlikteki okyanusa dalmaya benzer. Bu dalış sonucunda sizi büyüleyecek bir çok yeni organizmalar görebileceğin gibi hüsrana uğrayıp vurgunda yiyebilirsiniz, ya batmak yada çıkmak kadar keskin bir deneyim olabilir bazıları için. Bu kadar felesefi, sanatsal bir yönü olan bir kavram olsa da, çekingen kişilerin, yada iletişim yetersizliğinden dolayı yalnız kalan asosyal kişilerin yaşadığı durum kadar basit değildir, yalnızlık bir hastalık semptomundan ziyade bir entelektüel faaliyet olarak yaşanabilirse başlı başına ibadet sayılabilinir. Aldous Huxley’ ın “Vücut bulmuş her ruh yalnızlığa mahkumdur.” Sözünden anlaşıldığı üzere, ölümlü olmanın yan etkisi olan ve büyük bir bilince sahip olarak dünya-yaşam saçmalığının, tiyatrosunun farkında olmamıza rağmen yine de yaşamak zorunda olduğumuz durumunun yaratığı kafa karışıklığının sonucudur yalnızlık. Aslında yalnızlık bir bakıma yaşamayı dayatan bir tanrıya eylemsizlik göstererek baş kaldırma halidir yada onu tam anlayabilmemiz için dış gözlemden ziyade iç gözleme yönelme zorunluluğunun sonucudur. Son olarak Nietzsche’ nin ‘ Kimine göre yalnızlık, hasta kişinin kaçışıdır; kimine göre de, hasta kişilerden kaçıştır’ sözü, sağlıklı yalnızlık durumunun görece olarak yaşanış şekline değinilmiştir. Herkesin bir sözü var bu konuda orası çok net, asıl olan sen ne düşünüyorsun, bunu konuşalım.

Boş verin, bu gün varoluşun çekici bilinmezliği hakkında derin felsefi tartışmalar yapmayalım, bilim parçalamayalım, en karizmatik sözcüklerle açıklamaya çalışacağın o engin varoluş ırmağına dalmayalım bugün, bırakın bu gün çıplak kalalım ve ağzımız dolu dolu yalnızlığımızı konuşalım. Ben sana yalnızlığımı itiraf edeceğim.

O sonsuz karanlığın bilinmezliğinde bir nüveydim, düştüm anne karnına. Sınırlı kainat materyalizmi içinde bir ruhu biyolojik bedene sıkıştırmak, yamalanmış bir çorap gibi sırıtıyor ayaklarımda. Canımı yırta yırta ilk nefes doğduğunda ciğerlerime, gerçek yalnızlığıma ağladığımı hissettim o ilk yaşam tokadıyla. Huzur dolu ilk mağaramdan çıkıp aydınlanınca gözlerim dünya güneşiyle, yaşamda olmanın ağırlığı da yüklenecekti omuzlarıma. Her yaşamdan kaçıp yalnızlık mağarasında aradığım huzuru, anne rahminden koptuğumda kaybettiğimi biliyorum artık. Bunu insanlık olarak öğrenmemiz çok zamanımızı alsa da her öfkemizin altında, kaçışlarımızda, yalnızlığımızda, melankolimizde, nefretimizde, özlemimizde, aşklarımızda o sonsuz karanlıktaki bilinmez nüveye dönüş arzusu var aslında, hala en büyük hayalimiz anne rahmine tekrar dönüp, doğmayı erteleyerek, kapamak istiyoruz tüm kapıları dünyaya, hiç doğmamış gibi yapmayı başarabildiğimiz tek yer yalnızlık mı yoksa.

Biliyorum sende istiyorsun kıvrılıp uyumayı ve sonsuza kadar uyanmamayı. Artık bulamayacaksın büyümüş bedenini sığdırabilecek huzur dolu bir rahim, kundaktan taşacak kadar büyüdü ayakların, göbek bağın koptuğunda soğudu ellerin, dünyayı gördükçe yoruldu küçük kalbin ve aklın her bir hücresiyle çoktan yayıldı kainata, kulaklarına dolan yaşam senfonisi çizik bir plak kaldı gramafonda, uğraşma sen ölümlülerin diyarında gölgesini arayanlardansın artık. En masum korkularının sulayarak büyüttüğü can ağaçların yeşertecek kurak toprakları, sen varoluş çölünde yalnız kalmış son bir su damlasısın, tanrıların yaşam için ihtiyaç duyduğu o son su damlasısın. Ödeyeceğin en önemli bedel yalnızlık ateşi olacak, unutma yalnızlığında yalnız değilsin, biz seninle aynı ateşin közünde demleniyoruz.

Dünyadaki bütün dinlerin, felsefelerin, düşüncelerin açıklamaya çalıştığı varoluş maceramı merak etmiyorum artık eskisi kadar. Nereden gelip nereye gideceğim konusundaki bilinmezliğin korkusunu artık şakaya vurasım geliyor. Bunca sorulacak soru içerinde meşgulken zihnim, çevremde akıp giden hayatı ıskalamak enayi gibi hissettiriyor bu aralar. Her yalnızlığa çekilip dünyaya kapadığımda kapılarımı iç sesimle sevişmelerimizin meyvesi depresyon oluyor. Birbirini izleyen arabesk duygularım her jileti vurduğunda ruhumun can evine, her şey eskisinden daha çok acıyor, yaşama dair acı bir tat geliyor dudaklarıma, tükürsem de gitmiyor. Acıdan duyduğum gizli hazzı kendime itiraf ettiğim o zamandan beri, kendimi cezalandıracak başka yollara dadandım. O büyük sözcüklerle beni büyüleyen filozoflara saygımı yitirdim. Sokak sanatçılarına yer veriyorum artık ruhumun kaldırımlarında, en amatör şarkıların ritminde acemi duyguların hazzına varıyorum. Zekasına aşık olamıyorum artık kadınların, güzel olması yetiyor nedense. En derin sorgulamalardan vurgun yemektense, en adi sohbetlerin masasına meze oluyorum artık, yaşadığımı hissediyorum, dünyasallık nehrine teslim ettiğimde kendimi, varoluşun serinliğiyle kendime geliyorum, uyanıyorum, evet yalnızlık mağaramdan çıkmanın vaktinin geldiğini hissedebiliyorum.

Yine kulaklarımda uçsuz bucaksız sessizliğin uğultuları, bir yanım çığlık çığlığa anlatmak istiyor kendini, bir yanım hala suskunluğa razı. Bunca kafa karışıklığı yaşarken dünya, kendisinden nefret ettirmek için bunca çabalamasına karşı nasıl konuşkan kalabilirim. Ruhumun temiz sayfalarına siyah kalemle kazınmış travmalarımın duygusundan kurutulamadıkça zor olacak dünyaya dönüşlerim biliyorum. Bu kafa karışıklığı devam edecek hala, çevremde dans eden varoluşun izleri, kuşlar, insanlar, yüzlerdeki gülüşler; işte o gülüşmeler gözlerimin önündeki sisten görünemeyeceksiniz bana, yaşamı nasıl sevebileceğimi bilemiyorum.

Bugün önceden yaptığım bir şeyi yapmadım. Asi bir rüzgar öptü yanaklarımdan, her bir hücreme dokunan ılık rüzgar merhem oldu canıma. Önceden bedenime değen her dokunuşla milyon parçalara bölünen yanım tam olmak istedi ilk defa, kum taneleri kadar ufalanmayı isteyen varlığım, rüzgarla savrulup gitmek istemiyor artık başka diyarlara. Yanaklarımda hissettiğim rüzgarın o serin öpücüğü, uyandırdı beni, ve senin esintinde sapasağlam yere basan ayaklarım savrulmamak için ne kadar güçlüydüler. Bugün ilk defa rüzgarı hissettim, sığındığım mağaranın dışında esen rüzgarların fırtına olmadığını görmek rahatlattı beni, tarumar edilmemiş uçsuz bucaksız tarlalarım var hala ruhumda, yeni ekinlerin hasat mevsimi geldi artık. Şen kahkahalarıyla baharı müjdeleyen çocuk sesleri girin yalnızlığımdan içeri, sizinle oynayabilecek kadar iyileşmeye başladığımı hissediyorum artık kendimi.

Kalabalıklar içinde tek başına kalan adamın şaşkınlığını gördüm geçen gün. Bunca insan, bu kadar telaşla ne yapıyor olabilirler, varmaya çalıştıkları yer ne kadar uzak olabilir, ulaşmaya çalıştıkları her neyse ne kadar değerli olabilir, dünyada ölümden daha gerçek ne olabilir bakışlarıyla süzüyordu etrafı. Öylece kalakalmıştı. Donuk, hiçbir şey yapmadan durarak dünyayı durdurabilirdi sanki,o kalabalıkların telaşına bir başkaldırıydı durmak. O adam kadar yalnız başka birisini tanımadım galiba, kalabalıklar içinde yalnız olmanın tam anlamıydı, onu his ettim, ona acıdım, ona özendim de, ve kalabalığın içinde hızlıca yürürken gözden kaçırdım kendimi, o bendim.

Kafası karışık dünyada sarhoş olmak ayılmak olmamalıydı, artık sözcüklerin korunaklı limanından, hayatın gerçeklik eylemliliğine yelken açma vakti geldi. Anne karnındaki huzura attığım demir ruhumun fantezilerini beslemekten öteye geçemeyecek artık. İçe çekilen benliğim savunmadan çıkıp saldırıya geçmek istiyor artık. Dibine kadar yaşama arzum şaha kalkmışken, yalnızlığın ibadeti hayra geçmiyor artık. Çıkmak gerekli korkularla örülmüş korunaklı kozamızdan, bilinmezliğin çekiciliğine kanat çırpma vaktidir artık. Yeni bir şarkı kulaklarımda, yeni düetler yapmak istiyor artık.

Kafası karışık dünyada sarhoş olmak ayılmak olmamalıydı ve yalnızlığı anlatmaya çalışmak bu kadar kolay olmamalıydı. Tekrar denemeye değer misin hayat ve ben mağaramdan çıktığımda bana iyi davranabilecek misin?

Uzm. Klinik Psikolog Osman İLHAN


Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır, tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Başa dön tuşu